I - Bölüm: Sosyo–ekonomik ve günlük meseleler


Biz Millet Partisi (MP) kadroları olarak gücümüzü bu Aziz Milletten; azim, karar ve heyecanımızı ise insanlığın yüz akı tarihi yazan kahraman ecdadımızdan alıyoruz.


Bu bağlamda Türkiye’nin problemlerinin halli konusunda Bilge Lider Rahmetli Aykut EDİBALİ‘nin şu sözünü kendimize düstur edinmişiz. “Türkiye’nin çözülemeyecek problemi yoktur… Bunun için dürüst, samimi, çalışkan ve cesur olmak yeterli ve gereklidir.”


Bizim MP kadroları olarak bu ahlaki meziyetlerden şüphemiz yok. Onun için Türkiye’nin problemlerinin çözümü Millet Partisinin ehliyetli kadroları eliyle kolay olacaktır.


Bu bağlamda soruları cevaplandırmadan önce Millet Partisinin Siyasi Arenada Kendini Nereye Konumlandırdığını belirtirsek cevaplar daha anlamlı olur diye düşünüyorum.


 


MP siyasi arenada;



  • MP, Türk ve İslam kültürü ile insan hakları bağlamında, evrensel insanlık kazanımlarının kesiştiği noktadadır…

  • MP, tam olarak idealizmle vatanseverliğin, aklın ve bilimin buluştuğu yerdedir …

  • MP, ülke ve insanlık problemlerine çözümlerin üretildiği mevkidedir,

  • MP, İnsan sevgisi, millet sevgisi ile hak ve hukukun, doğruluğun bağlandığı yerdedir…

  • MP, Türk milletinin varlık ve geleceğinin, güçlü ileri mutlu Türkiye hedefiyle «Muhteşem Türkiye» idealinin, şerefli mazisiyle geleceğin örtüştüğü boyuttadır...

  • Millet Partisi, namusun ve haysiyetin, ahlakın ve onurun, ilmin ve hikmetin, mutluluğun ve yüceliğin altın çağının tam üstündedir.

  • Millet Partisi, demokrasi ve hukukun, halkçılığın; kalkınma ve zenginliğin; muhafazakârlık ve modernliğin perçinlendiği çizgidedir.

  • Öte yandan Millet Partisi, makam-mevki hırsının, çıkar ilişkilerinin, karanlık bağlantıların dışındadır.

  • Millet Partisi, yüz kızartıcı suçların ve illegal davranışların hiçbir şekilde bulaşmadığı noktadadır…


 



  1. Türkiye’de genç işsizlik oranı yüksek. Partinizin gençlere yönelik istihdam yaratma konusunda önerdiği en somut mekanizmalar nelerdir?


 


Cevap:


Evet, ülkemizde genç işsizlik oranları TÜİK’in verilerine göre gerek AB ülkeleri ve gerekse OECD ülke ortalamalarına göre oldukça yüksektir.  15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusumuzda işsizlik oranı Haziran 2024 itibariyle %17,6 dır. Bunun cinsiyete göre dağılımı; erkeklerde %14,8, kadınlarda ise %23,2 olduğu tahmin ediliyor. Bu yaş grubunda AB(1) ülke ortalaması % 6,3 ve OECD ülkeleri ortalaması ise % 11,49’dur. (TÜİK, Haziran 2024)


 


Gençler başta olmak üzere, her yaştan iş arayanların istihdamı açısından; sermayenin ve kredilerin spekülatif alanlar yerine doğrudan sanayi, tarım, inşaat ve hizmet sektörlerine kaydırılması gerekmektedir. Bu bağlamda yapılması gereken ilk iş, enflasyonun düşürülerek yatırım ortamlarının iyileştirilmesi, devlet destekleri ve teşvikleri, işletmelerin ekonomiye yüksek katma değer sağlaması büyük önem arz etmektedir.


 


Elbette yatırım ve iş imkanları artırılırken işgücünün de eğitimli ve nitelikli hale getirilmesi gerekmektedir.


Ülkemizde gençler ne yazık ki üniversite okumak için şartlandırılmaktadır. Oysa gerçek istihdam ara elaman yetiştirerek sağlanır. Bugün Türkiye’de ara elaman istihdamında sorunlar yaşanmaktadır. Yani iş yerleri bilgi, beceri ve tutum değer boyutunda yetişmiş ara eleman bulamamaktadır…


Başta Türk Kamu yönetimi olmak üzere Türk iş dünyası; istihdamda ehliyet ve liyakatin esas alındığı, emeğin değer gördüğü ve insana değer verilen kurumsal kültürün yerleştiği yapılara dönüşürse, çalışanlar için ülkemizdeki kurumlar tercih edilen yerler olacaktır. Bu bağlamda yurtdışının cazibesine kapılan gençlerimiz ülkeyi terk etmeyecek, ülkesine hizmet etmenin gururunu yaşayacak ve beyin göçü de yaşanmayacaktır.


Diğer taraftan iş dünyası ile işbirliği halinde “Meslek Lisesi Memleket Meselesi” olarak ele alınacaktır. İnşaat, tarım, sağlık vb. meslek liseleri Milli Eğitim Bakanlığının koordinesinde, ilgili bakanlıkların bünyesinde ve kolayca stajın yapılabildiği bir işleyişe kavuşturulacaktır. Bir anlamda bu okullar eski canlılığına kavuşturulacak ve ülkenin ara elaman açığı kapatılarak istihdam yaratılacaktır.


Bu çerçevede meslek liseleri ve Meslek Yüksek Okullarının küçük sanayi siteleri ve Organize Sanayi Bölgeleri ile ilişkileri gözden geçirilerek karşılıklı işbirlikleri güçlendirilecektir. Bu manada toplumsal sorunlara duyarlı geliştirilen proje tabanlı çalışmalar özel teşviklerle yaygınlaştırılacaktır.



  1. Eğitim sisteminde sık sık değişen müfredat ve sınav politikaları öğrencileri ve velileri yoruyor. Millet Partisi bu konuda nasıl bir istikrar ve kalite politikası vaat ediyor?


Cevap:


Türkiye’de en önemli sorunların başında eğitim gelmektedir. Eğitimin umulan feyizli sonuçlarını devşirebilen toplumlar süratle yükselmişlerdir. Türkiye’de eğitim ismi ile müsemma milli bir meseledir. Bu sebeple eğitimle ilgili problemler, günlük siyasi söylemlerin, partiler arası rekabetin üstünde ve ötesinde geliştirilen politikalar bağlamında ele alınmak durumundadır.


Bu çerçevede insanımızın eğitimle arzu edilen nitelikleri kazanması için eğitim yönetiminin planlanmasından, yapılanmasına, hizmet verme biçim ve anlayışına, kullanılan eğitim materyallerine (müfredat, kitap vb.), eğitimin en önemli paydaşlarından biri olan öğretmenin niteliklerine kadar eğitimin tüm süreçleri geniş bir yelpazede sorgulanmak üzere masaya yatırılacaktır.


Eğitimden maksat, bireyin vicdani ve ahlaki gelişimi ile zihni terbiyesinin gerçekleştirilmesidir. Bunun için takip edilecek yol, yöntem ve araç-gerecin ne olması gerektiğinden önce eğitimin tanımının bilinmesi, bütüncül karakterinin anlaşılması ve hedeflerinin ortaya konulması gerekir.



  1. Eğitimin Tanımı


Eğitim; fert ve toplumun ihtiyaçları esas alınarak, kişinin bireysel anlamda kendisine, ailesine, içinde bulunduğu toplumuna, insanlığa karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmek üzere zihni, vicdani, fiziki, duygusal, ahlaki ve sosyal gelişimini gerçekleştirmek üzere yapılan şuurlu/bilinçli faaliyetlerin tamamıdır.



  1. Eğitimin Bütüncül Karakteri


Eğitimde vicdani ve ahlaki gelişme, zihni terbiye bir bütündür. Bu manada muhtaç bulunduğumuz iş ahlakı, görev ahlakı, ferdi, ailevi, sosyal ve milli ahlak, zihin terbiyesinin ayrılmaz parçasıdır. Zihin terbiyesi ne ölçüde ileri olursa olsun fert, ahlaki ve manevi gelişmesini tamamlamamış ve kişiliğine kavuşmamışsa, zihni terbiye tek yanlı kalmaya mahkumdur ve bu gelişmeden toplumsal bir fayda sağlamaya imkân yoktur.


 


Sosyo-kültürel ve ekonomik kalkınmanın yanında toplumsal gelişmenin ancak eğitimli insanla başarılacağı gerçeğinden hareketle araç-gereçlerden biri olan eğitim müfredatı da toplumun ihtiyaçları göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenecektir.


 


Eğitim araç-gereçlerinden biri olan müfredat düzenlemelerine paralel olarak öğretmen yetiştirme sistemimiz öncelikle ele alacağımız konuların başında gelmektedir. Eğitim sisteminin temel taşı öğretmendir.


MP iktidarında, öğretmen yetiştirme sistemine öğretmen liseleri açılarak başlanacaktır. Ortaokul mezunları arasından öğrencinin dosyasındaki bilgiler, öğretmenler kurulu kararı ile öğretmen olmak isteyen öğrenciler öğretmen liselerine yönlendirilecektir. Öğretmen Lisesi mezunları da ek puanla öğretmen yetiştiren fakültelere gideceklerdir.


Ülke genelinde objektif ölçme ve değerlendirmelerle eğitimde kalite seviyesi yakalanacak ve ölçülebilir kriterler esas alınarak tutulan “öğrenci dosyaları” öğrencilerin değerlendirilmesinde önemli bir paya sahip olacaktır. Test sistemi öğrenci değerlendirmelerinde tek seçenek olmayacak ve bu sınavlar veliler ve öğrenciler için stres kaynağı olmaktan da çıkarılacaktır.


Eğitim sisteminin (taşra dahil) yeniden yapılandırılması ve yeni yönetim yaklaşımları da dikkate alınarak hizmet verme biçimi, yani yönetim anlayışı siyasi kaygılardan uzak bir biçimde adalet, ehliyet, istişare, emanet ve maslahat ilkeleri üzerine inşa edilecektir. 


 



  1. Tarımda hem çiftçi hem tüketici zor durumda. Partiniz tarımda sürdürülebilirliği sağlamak için hangi üç temel adımı atacaktır?


Cevap:


Tarım ülkenin gıda, yem, lif ve tomruk ihtiyacını karşılamak için yegane sektördür. Bu sektörü düştüğü durumdan kurtarmak için üç önemli adımı şöyle sıralayabiliriz.



  1. Tarımda sağlıklı işleyen bir kayıt sistemi kurulacaktır. Bunun için çiftçi, sahip olduğu arazi, hayvan, makina ekipmanları nitelikleriyle birlikte kayıt altına alınacaktır. Kim çiftçi, eğitim düzeyi, yetenekleri kayıtlı olacaktır. Sahip olduğu arazi miktarı ve nitelikleri (arazinin toprak özellikleri, sulu mu, kuru mu vb.), hayvanları ve aletleri, makinaları, sayıları ve nitelikleriyle birlikte kayıtlı olacaktır. Bu kayıtlardaki değişiklikler anında sisteme işlenerek kayıt, işleyen bir kayıt olacaktır. Tanımlayıp sayamadığımız bir şeyi planlamak mümkün değildir. Tarımsal üretimde yer alan elemanlar (çiftçi, tarım arazisi, toprak ve su kaynakları hayvan vb.) bilimsel olarak tanımlanıp kayıt altına alınarak nitel ve nicel olarak değerlendirilerek planlanabilir. Aksi halde yapılan her hamle gözü kapalı yürüyüşe benzer, nereye gittiğini kestiremez.


 



  1. Sağlıklı işleyen kayıtlara uygun olarak çiftçi Tarım Kanununun 21. Maddesine uygun olarak gayrisafi milli hasılanın %1 inden az olmayacak şekilde desteklenecektir. Bu destekler kayıtlara uygun olarak ülkenin ihtiyaçları gözetilerek gerçek çiftçilere verilecektir. Siyasî yakınlık, ahbap-çavuş ilişkisi vb. hiç bir yozluk dikkate alınmayacak, öncelik verilmeyecektir.


 



  1. Çiftçiler işleyen kayıt sisteminde yer alan üretim çeşitleri dikkate alınarak örgütlendirilecektir. Desteklerin ve kayıtların isabetli olması için bu örgütler kamu kurumlarıyla işbirliği içinde çalışacaktır. Çiftçi, sadece üretim değil ürün işleme ve pazar konusunda da destekleri yanında görecektir.


 



  1. Enerji bağımlılığı Türkiye’nin kırılgan yönlerinden biri. Yenilenebilir enerji ve yerli kaynaklara geçiş konusunda öncelikleriniz nelerdir?


 


Cevap :


Türkiye’nin kendi enerjisini üretebilmesi ve bu konudaki dışa bağımlılığını olabildiğince azaltması öncelikle hedeflenen konulardan biridir.


 


Bu manada başta hidrolik, güneş, rüzgar, jeotermal, biyokütle gibi yenilenebilir temiz enerji kaynaklarımızı çok iyi değerlendirmek durumundayız. Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyeli oldukça fazladır...


 


Şu an Türkiye’nin yenilenebilir enerjiye dayalı kurulu gücü giderek artmaktadır, fakat bu kaynakların üretim zamanları ile ülkenin enerji tüketim zamanı örtüşmediği için sorunlar yaşanmaktadır. Bu noktada üretilen enerjinin pompaj depolamalı hidroelektrik santraller ile depolanması ve ihtiyaç anında kullanılması da kaynakların verimli kullanılması açısından büyük önem arz eder.


 


Yenilenebilir enerji kaynaklarının üretiminde kullanılan tribünler, paneller ve diğer makine ve teçhizatın yerli üretimi desteklenerek geliştirilecektir. Bu yapılmaz ise dışa bağımlılık başka boyutta devam eder.


Ülke olarak her alanda olduğu gibi yenilenebilir enerjide kullanılan malzemelerin de yerli üretimine önem verilecek, enerjide sorunlarımız ve dışa bağımlılığımız azaltılacaktır. Yakın gelecekte fosil yakıtların kullanımını tamamen bırakmak mümkün görülmemektedir. Ancak yenilenebilir enerji üretiminde daha ileri teknolojiler geliştirildikçe doğal olarak fosil yakıtların yerini yenilenebilir enerji kaynakları alacaktır.


Bir diğer önemli husus da enerjinin verimli kullanılmasına yönelik tedbirler almak ve bu yönde israfı önleyici caydırıcı tarifeler ile enerji kullanımının zamana yayılması ve tasarruflu kullanılmasıdır.


Bütün bu gerçekler dikkate alınarak geliştirilecek bilimsel projelerin uygulaması teşvik edilecektir.



  1. Türkiye’nin kentleşme sürecinde deprem riski ve çarpık yapılaşma en kritik sorunlardan. Millet Partisi’nin şehircilik ve afet yönetimi konusunda öngördüğü model nedir?


Cevap :


Japonya başta olmak üzere, diğer deprem ülkelerinde meydana gelen depremlerde can ve mal kaybı yaşanmazken, ülkemizde tam tersi can ve mal kaybında felaket yaşanmaktadır. Bu elbette şehir planlaması başta olmak üzere, zemin etütleri ve zemine uygun depreme dayanıklı konutların üretilmesinde, bilimin öngördüğü planlama, üretim, denetim ve ruhsatlandırmanın mevzuata uygun hareket edilmemesi yatmaktadır.


 


Şehircilik ve afete dayanaklılık konularında problemler yaşadığımız yadsınamaz bir gerçektir. Şehircilik ve bölgesel planlarımızı teknik ve milli unsurlarımız ile geliştirmek zorundayız. Bu planlarımızı da tavizsiz uygulamak konusunda ısrarcı olmalıyız. Kurumlarımızda ve yerel yönetimlerde konu ile ilgili yetkililerimizi mesleki olarak sürekli yenilemek ve meslek etiği ile hareket etmelerini temin etmek durumundayız.


 


Deprem konusunda alan uzmanlarının uyarı ve önerilerine uyarak hiçbir gerekliliği atlamadan siyaset üstü hareket edeceğiz. Bu konularda uzman komisyonları kurulacak, sorumluluk verilecek ve bu komisyonların etkinliği artırılacak, süresinde çalışmalarının tamamlanması sağlanacaktır.


 


Şehircilik ve depreme duyarlı kentler konusu her türlü siyasetin ve her türlü insani zaafların üzerinde konulardır. Bu konu insanın özgür, mutlu, güvenli yaşam hakkını sağlamaya yönelik bir numaralı konumuzdur. Bu konuda Millet Partisi iktidarında kesinlikle taviz verilmeyecektir.


 


Türkiye’nin deprem kuşağında yer alması nedeniyle kentleşme planlarında depreme dayanıklı ve yatay mimariye önem verilecektir. Büyük şehirlerde, özellikle İstanbul’da kentsel dönüşüm projelerinin hızlandırılması ve riskli binaların kontrollü şekilde yıkılması hayati önem taşımaktadır. Ayrıca, afet yönetimine yönelik ayrıntılı planların önceden hazırlanması, olası bir depremde hızlı ve etkin müdahaleyi mümkün kılacaktır. Kentsel dönüşümün fakirin, kimsesizin malına çökmeye dönüşmesine asla izin verilmeyecektir.


 


Millet Partisi olarak şehircilik ve afet yönetimi konusunda öngördüğümüz modelin temelinde sağlıklı şehirleşme planlarının hazırlanması yer alacaktır. Çünkü sağlıklı planlar çerçevesinde yürütülecek şehirleşme, afet yönetiminin de o oranda kolay gerçekleşmesine imkân verecektir


 



  1. Dış ticarette sürekli artan cari açık sorunu var. İhracatı çeşitlendirmek ve ithalat bağımlılığını azaltmak için hangi stratejileri önceliyorsunuz?


 


Cevap :


Cari açığın başlıca nedenleri arasında;



  1. Yurtiçi üretimin iç talebi karşılayamaması,

  2. Tüketicilerin yerli ürün yerine yabancı ürünleri tercih etmesi,

  3. Yerli sanayinin teknoloji seviyesinin yeterli olmaması nedeniyle teknoloji yoğun ürünlerin yurtiçinde üretilememesi,

  4. Yerli ürünlerin küresel pazarda rekabet edememesi sonucu ihracatın düşük olması,

  5. Tüketim malları ve tarım ürünleri ihraç eden ülkemizin ağırlıklı olarak yatırım malları ithal etmesi vb. yapısal sebepler sayılabilir.


MP iktidarında dış ticarette arzu edilen cari açığın cari fazla veren bir yapıya kavuşturulması için;



  1. Borçsuzluk ve denk bütçe esas olacaktır.

  2. Ülke olarak ürettiğimizden fazla tüketmekten vazgeçilecektir.

  3. Katma değeri yüksek olan alanlarda yüksek teknoloji üretimi teşvik edilecektir.

  4. Her alanda israf önlenecek ve kamuda tasarruf artırılacaktır. (Bir örnek olması bakımından Fransa’da, Almanya’da kamuda kullanılan araç sayısı 8-9 bin iken Türkiye’de 125 bin civarındadır).

  5. Tasarrufların, üretimin artırılmasının finansmanında kullanılması sağlanacaktır.

  6. Lüks ve zaruri olmayan ithal ürünlerine sınırlama getirilecektir.

  7. Özellikle madenlerin hammadde olarak ihracatı önlenecektir.

  8. İhracat ve ihracata dayalı üretim birinci planda ve öncelikle teşvik edilecektir.

  9. Türkiye AB ilişkileri devam etmekle beraber Türkiye’nin komşularıyla olan ticareti geliştirilecektir.


 


Bununla birlikte ihraç ürünlerinde yeni markaların geliştirilip kalitenin artırılması, üretilmesi, yeni pazarlara ve özellikle kuzey ve güney Amerika'ya ve Afrika'ya açılım sağlanacaktır. Asya'ya giriş olanaklarının araştırılması ihracatçıların bol ve ucuz kredi desteğine sahip kılınması, dış ticaretle ilgili resmi ve özel örgütlenmenin gözden geçirilerek etkinliğinin artırılması gibi tedbirleri içerecek bir "Ulusal İhracat Seferberliği Programı" uygulanacaktır.


 


Dünyada hızla gelişen elektronik ticaretin teknik ve hukuki altyapısı oluşturulacak; firmalarımızın dünya pazarlarında daha iyi rekabet edebilmeleri için teknoloji ve ARGE faaliyetleri artırılacaktır. İhracatta KDV iadesi işlemleri çabuklaştırılacak; artan ihracat için artan miktarla orantılı vergi indirimi sağlanacaktır. Yatırım malları ithalatında kaynak kullanımını destekleme fonu kaldırılacak, tüketim mallarında ise aynen muhafaza edilecektir.


 



  • Bölüm: Yönetim, hukuk ve özgürlükler


 



  1. Türkiye’de adalet sistemine güvenin azaldığı söyleniyor. Yargı bağımsızlığını güçlendirmek için hangi anayasal veya yasal düzenlemeleri öncelikle gündeme alırsınız?


Cevap:


Hazreti Ali'ye atfedilen “Devletin dini adalettir” sözü çok önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Çünkü devletler ancak adaletle var olur ve varlığını sürdürür. Bu nedenledir ki “Adalet mülkün temelidir” denmiş ve mahkemelerin duvarları da bu sözle bezenmiştir.


İstanbul’u fethederek Bizans’ı tarihin çöplüğüne atan, bir çağı kapatıp bir çağı açan Fatih Sultan Mehmet Han “Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür” diyerek adaletin yok oluşu ile devletin de yok olacağına işaret etmiştir.


Adalet tüm insanların din, dil, etnik köken, mezhep veya herhangi bir kimlik değerinden bağımsız olarak eşit muamele gördüğü bir düzeni ifade eder. Bu düzen, özgürce yaşama hakkını, hukukun üstünlüğünü ve anayasal demokrasi çerçevesinde bireyin temel hak ve hürriyetlerini garanti altına alır.


 


Bu nedenle Millet Partisi iktidarında, adalet mülkün gerçekten temeli olacak, adaletin yerini bulması için yargı mensuplarının kanunları uygulamada yeterli donanıma sahip olmaları ve sadece vicdanlarının sesini dinleyerek karar vermeleri sağlanacaktır.


 


MP iktidarında bu manada aşağıdaki önlemler alınacaktır.



  1. Yargı bağımsızlığını güvence altına almak için HSK’nın yapısının değişmesi, yetkileri ve özerkliği konusunda anayasal güvencelere sahip özerk bir otorite (kurul veya yargı konseyi) kurulacaktır.

  2. Kurul/Yargı konseyi üyeleri, yarısından az olmamak üzere yargının içindeki çoğulculuğa saygı gösterecek şekilde yargının her düzeyinden meslektaşlarınca seçilen yargıçlardan oluşacak.

  3. Adalet Bakanı ve Bakan Yardımcısı kesinlikle kurul üyesi olmayacaktır.

  4. Üyeler 3 yıl süreyle görev yapacak ve bir üye ikinci kez üye olmayacaktır.

  5. Üyelik için kıdem, liyakat ve başarı esas alınacak, siyasi parti kontenjanından atama olmayacaktır.

  6. Hakim ve Savcıların atama, terfi, yer değiştirme ve disiplin işlemleri özerk yapıdaki bu Kurul/Yargı Konseyi tarafından yapılacaktır. Tayinlerin pratikte gizli bir disiplin yaptırımı olarak kullanılmasını engellemek amacıyla hakimlerin tayinine ilişkin sistem, yasalar ve usuller de dahil olmak üzere, bağımsız bir şekilde gözden geçirilecektir. Hâkim ve savcıların tayinine ilişkin idari kararlar şeffaf olacak ve süreç etkili, usulü güvencelere tabi olacaktır. Hakimlere coğrafi teminat getirilecektir.

  7. Kurulun disipline, hâkim veya savcıların görevden uzaklaştırılmasına ya da meslekten çıkarılmasına ilişkin tüm kararları yargı denetimine açık olacaktır. Kurul kararlarına karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu açık olacaktır.


Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devletinin insan hak ve hürriyetlerine dayalı tam bir hukuk devleti olması sağlanacaktır.



  1. Kamu yönetiminde liyakat tartışmaları yoğun. Millet Partisi devlet kadrolarında liyakati garanti altına almak için nasıl bir sistem öneriyor?


Cevap


Yönetimden maksat; aklın ve bilimin rehberliğinde mal ve hizmet üreterek topluma sunan üretici ile bu hizmet ve ürünü kullananların memnun olduğu süreçten bahsediyoruz demektir. Bu süreçten yöneten ve yönetilenlerin memnun olması için beş temel sütun üzerine kurulacak bir sistemin işliyor olması gerekir.


 


Sistemin üzerine kurulacak beş temel ilke: 1- Adalet, 2-Ehliyet, 3-İstişare, 4-Maslahat (Bireysel çıkar yerine kamunun çıkarını önceleme, bir şeyin amaca uygun özellikte olmasını temin, fesadın ortadan kaldırılması, iyi, uygun, yararlı ve iyi olana ulaştıran çaba), 5-Emanet.


Bu ilkelerin ilki olan adalet, hukukun güvencesi altındadır. Ve adalet üzerine kurulu sistem, bireylerin sahip olduğu temel hak ve hürriyetlerin hukukun güvencesi altında korunduğu bir yapıyı gerektirir.


Bu ilkelerin altını bu manada doğru dolduran ülkeler, refah toplumu olma yolunda önemli mesafeler kat etmiş ve kat etmektedirler. MP iktidarında bu temel sütunlar esas alınarak yönetim icra edilecek ve refah toplumu olma yolunda kısa sürede önemli kazanımlar sağlanacaktır.


Bugün ne acıdır ki; ülkemizin yönetimi ehliyetsiz bir insanın araba kullanması gibidir. Kurallar ve kurumların kültürel birikimi rafa kaldırılmıştır adeta. Devlet Planlama Teşkilatı gibi önemli bir kurum kapatılmıştır. Bakanlıkların sigortası konumundaki Müsteşarlık makamları kaldırılmıştır.


Kadim kültürümüzde; “Emaneti ehline veriniz, yoksa kıyameti bekleyiniz” denmiştir. Kastedilen, gelmesi muhakkak olan o kıyamet değil şüphesiz. Zira insanın bir kıyameti olduğu gibi devletin de milletin de bir kıyameti vardır. İnsanın kıyameti ölümü, devletin kıyameti yıkılması, milletin kıyameti ise yok olmasıdır.


Ehliyetsiz ve liyakatsiz insanların elinde devlet yönetimi ile ülkemizin geldiği durum ortadadır. Bu durumdan çıkışın ilk şartı emaneti ehline vermektir. Bunun da şartı yönetim konusunda bilgi çağının gerektirdiği bilgi, beceri ve tutum/değer boyutunda donanımlı insan yetiştirmektir. Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” dediği gibi insanı yaşatmak, yani insanı bilginin yanında, ahlak ve erdem sahibi kılmak gerekir.


Devlet yönetiminde akıl, bilim ve ahlaki kuralları esas almak zorunluluğu vardır. Akıl, bilim ve ahlakın işaret ettiği yönetim adaleti hedefler. Adaletle yönetmiyorsanız zulümle yönetiyorsunuz demektir. Yukarıda da belirtildiği üzere yönetimde adalet, ehliyet, istişare, maslahat ve emanet ilkeleri esas olacaktır. Bunun yolu da karar mekanizmalarına ehil insanların, liyakat sahibi, görevin hakkını verecek donanımlı insanların getirilmesi sağlanacaktır. Bu konuda taviz verilmeyecektir.


 



  1. Sosyal medyanın denetimi ve ifade özgürlüğü sık sık tartışılıyor. Özgürlüğü koruyup dezenformasyonla mücadeleyi nasıl dengelemeyi planlıyorsunuz?


Cevap


Sosyal medya denilen iletişim amaçlı mecraların neredeyse tamamı yabancı kökenli olup, bunlara her yaştan ve her kesimden insanlar serbestçe ve ücretsiz olarak erişip kullanmaktadır. Sosyal medyada herkes bir sesli, yazılı mesaj, resim ve videolar yükleyip paylaşmaktadır.


İletişim aracı olan bu mecraların, kişisel veya kurumsal tanıtım ya da tatmin amacıyla kullanılması, sosyal ve siyasi mesaj verme gayretleri yanında istenmeyen içerikler de paylaşılmaktadır. Bu bağlamda doğal olarak konunun denetim fonksiyonu gündeme gelmektedir.


Sosyal medyanın denetimi ile bireyin ifade özgürlüğü arasında denge kurmak önemli bir konu. Zira bir yandan yanlış bilgi ve nefret söylemi gibi tehditlerle mücadele edilmesi gerekirken, öte yandan bireylerin fikirlerini özgürce ifade edebilmesini sağlamak gerekiyor. Bu dengeyi kurabilmek için öncelikle denetim mekanizmalarının siyasi baskılardan uzak olması gerekir. Aynı zamanda sistem şeffaf/açık bir şekilde yürütülmelidir. Bu manada keyfi sansür uygulamalarından kaçınılmalıdır. Açıklık bağlamında birlikte yaşama kültürünü olumlu/olumsuz etkileyecek neyin paylaşılıp, neyin paylaşılmayacağı açık ve net şekilde ortaya konulmalıdır.


 


Diğer taraftan: Medya okuryazarlığı eğitimi ile bireylerin bilgiye eleştirel yaklaşması teşvik edilmelidir. Algoritmaların nasıl çalıştığı ve içeriklerin nasıl yayıldığı hakkında topluma bilgi verilmelidir.


 


Sosyal medya kuruluşları, dezenformasyonu yayan içeriklere karşı daha aktif ve sorumlu davranmalıdır. Ancak bu müdahaleler kullanıcıların ifade özgürlüğünü keyfi şekilde kısıtlamayacak ve bağımsız denetime açık olacaktır.


 


Sosyal medyada içerik denetimi kararları için bağımsız bir itiraz ve denetim mekanizması kurulacaktır. Sosyal medya kullanıcıları, içeriklerinin kaldırılması ya da hesaplarının kapatılması gibi işlemlere karşı başvuru hakkına sahip olacaklardır.


 


Düşünce ve ifade özgürlüğü, demokratik toplumların temelidir. Ancak bu özgürlük sınırsız değildir. Dezenformasyon kamu düzenini, toplumsal barışı ve birey haklarını tehdit edebilir. Dolayısıyla özgürlüğü korurken, toplumsal hayatın dirlik ve düzenini koruma sorumluluğu arasında hassas bir denge kurulması gerekir. Bu denge, ancak şeffaflık, hukuk devleti ilkeleri ve katılımcı politika yapımıyla mümkün olabilir.


 


MP iktidarında bu konuda gerekli tedbirler, tarafların katılımı ile ve farkındalık oluşturularak bireyin ifade özgürlüğü ile toplumun hak ve hukuku dengelenecektir.


 



  1. OHAL ve KHK süreçlerinden sonra birçok vatandaşın hak kayıpları oldu. İlk 100 günde bu kayıpları gidermek için hangi somut adımları atarsınız?


 


Cevap


15 Temmuz hain darbe girişimi ile Türk Kamu Yönetimi OHAL ve KHK ile tekrar karşılaşmıştır. OHAL ve KHK uygulama sürecinde çok sayıda vatandaşımızın hak kayıpları yaşadığı gerçektir. Aslında OHAL yönetimde istisnai bir süreçtir. Ancak OHAL ve KHK Türkiye’de olağan yönetim süreci olarak yaşanmış ve yaşanmaktadır.


Diğer taraftan 15 Temmuz öncesinde 10 yıl süren Ergenekon/Balyoz davalarında onlarca üst rütbeli Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu mağdur olmuştur. Bu davalarda 335’i tutuklu, 408’i tutuksuz olmak üzere toplam 743 subay yargılanmıştır(2). Bunların içinde, biri emekli Genel Kurmay Başkanı olmak üzere 68’i general rütbesinde görev yapan askerlerdir. Yine tutuklanan 125 albaydan 87’sinin ordunun geleceğindeki komuta kademesini oluşturması beklenen kurmaylardan oluştuğu düşünüldüğünde bu süreçte TSK’nın aldığı yaranın boyutu ortaya çıkmaktadır.


Aralarında suçlandıkları konuları gururlarına yediremeyip intihar edenler, hastalanıp hayatını kaybedenler olmuştur. Bu konuda da büyük dramlar yaşanmıştır. 10 küsur yıl süren Ergenekon/Balyoz davası sonunda “böyle bir örgüt yokmuş” diyerek adalet süreci kapanan ancak açtığı yaraları kapanmayan bir garabet süreçte ne yazık ki kaybeden TSK ve yurdum insanı olmuştur.


Şurası iyi bilinmektedir ki 15 Temmuz sonrasında OHAL ve KHK uygulamaları ile rövanşist mantıkla harekete geçilmiştir. Bu süreçte de Türk Ordusunun komuta kademesi büyük yara almış ve ardından Türk tipi başkanlık sistemine geçilmiştir. Türk tipi başkanlık sistemi ile yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanmış ve kuvvetler birliği uygulaması hakim kılınmıştır.


MP iktidarında yargı mekanizmasının bağımsız ve tarafsız işlemesi temel öncelik olacaktır. Hukukun üstünlüğünde yasama, yürütme ve yargıda güçler ayrılığı süreci başlatılacak, denge ve denetim vazgeçilmezimiz olacaktır.


 


Yargıda berat kararı alan kişi ve kurumların hak kayıpları kesinlikle telafi edilecektir.


 



  • Bölüm: Milliyetçilik, siyaset ve vizyon


 



  1. Pandemi sonrası dünyada milliyetçilik yükselirken Türkiye’de milliyetçi partilerin parçalı bir görüntü vermesi dikkat çekiyor. Sizce bu tablonun temel sebepleri nedir?


 


Milliyetçilik; milletinin birliğini, dirliğini koruması ve varlığını sürdürmesi, yüceltmesi, dünya milletler liginde saygın konumda yerini alması için her zorluğu göğüsleyecek şekilde aşkın duygular beslemesi halidir… Aynı zamanda bu bilinci arkadan gelen genç nesillere yansıtmak için çaba gösterme gayret ve düşüncesi olarak tarif edilebilir. Doğal olan milletin her bir ferdinin bu düşüncelerle hareket etmesi ve bu duygu dünyasını zenginleştirmesidir.


Bugün milliyetçi-muhafazakâr görünen partilerin gerçekte milliyetçi ve muhafazakâr olduğunu söylemek maalesef zordur. Bu bir iddia veya suçlama değil, kendilerini bu şekilde adlandıran partilerin söylemleri ile eylemlerinin, uyguladıkları politikalarla savundukları değerlerin örtüşmediğini görmekteyiz.


Millet Partisi kadroları olarak 50 yılı aşkın geçmişimizde takip ettiğimiz yol ve yöntem ile savunduğumuz ve yaşadığımız milliyetçiliğin, vatanseverliğin örneklerini hayata geçirmiş, ortaya koya gelmişiz… Bu bağlamda MP her dönemde milliyetçi ve muhafazakâr partilerin birlik ve bütünlüğünü savunmuş ve bunun örneklerini fiiliyata geçirmiştir.


Bu hareket, 1967 yılında Mücadele Birliği olarak milleti uyandırma ve teşkilatlama faaliyetine başlamıştır. 1970 yılından itibaren yayınlamaya başladığı haftalık Yeniden Millî Mücadele Dergisinin daha 5. sayısında “Bütün Vatanseverler Birleşiniz” diyerek milliyetçi kesimi birliğe davet etmişizdir. Ama o günün liderlerinden beklenen karşılığı göremediği için birlik sağlanamamıştır.


Aynı şekilde, 1973 yılı genel ve yerel seçimlerde milliyetçi partileri işbirliğine çağırmış, tabanda büyük bir kabul gören ve milyonlarca imza, mektup ve telgrafla desteklenen bu çağrıya da dönemin siyasileri kulaklarını tıkamış, ortaya çıkan fırsatlar değerlendirilememiştir. Sonuçta ülke yönetimi, dış mihrakların güdümünde hareket eden yerli işbirlikçilere teslim edilmiştir.


1991 yılında Rahmetli Aykut Edibali ve partimizin çabaları ve fedakarlığı ile “Üçlü İttifak” sağlanarak genel seçimlere girilmiştir. Seçimlerde önemli bir başarı kazanılarak toplam oyları %5’i bile geçmeyen üç partinin (RP, MÇP ve IDP) yaptığı ittifak, %16 gibi yüksek bir oy almıştır. Aykut Edibali’nin ittifakın genişletilerek sürdürülmesi teklifine karşın Rahmetli Türkeş ve Rahmetli Erbakan ayrılığı ile ittifakı sürdürmek imkansız hale gelmiştir.


 


Bu örnekler milliyetçilik ve vatanseverlik anlamında durduğumuz yerin Türkiye için vazgeçilmezliğini ortaya koymaktadır. 1991 ittifakından önemli dersler çıkarılarak bugün de kendilerini milliyetçi-muhafazakâr olarak tanımlayanların önlerinde, belli ilkeler etrafında ittifak kurmaktan başka seçenekleri yoktur. Çünkü eskilerin deyimi ile Türkiye üzerine oyun kuran düşman dünden daha kavidir…



  1. Millet Partisi’nin programında “insancı ve şahsiyetçi milliyetçilik” ifadesi var. Bu anlayış, klasik milliyetçilikten hangi yönleriyle ayrışıyor?


Önce Millet ve Milliyetçilikten ne anladığımıza açıklık getirmemiz gerekiyor. Irkçılık ile Milletini sevmek arasındaki farkın doğru anlaşılması gerekir. Biz Halil İbrahim Milletiyiz. Anayasada tarif edilen Türklük ırk tarif etmez. Irkçılık bölücülüktür. Milletini sevmek Milletimizi bütün renkleri ile bir ve bütün olarak görmek bizim en temel yaklaşımımızdır. Tarihimizin asırlar süren egemenliği bütün milletlere örnek olmuştur. Bir başka tabirle 72.5 Milleti asırlarca bir arada kardeşçe yaşatmak bizim Milletimize, medeniyet anlayışımıza nasip olmuştur. Dolayısı ile tarihte ulaşabildiği her yerdeki insanlara medeniyet, zenginlik, barış ve huzur götürmüş; canlı ve cansız varlıklara hakkının eksiksiz ve tam olarak verilmesi ile adalet götürmüş bir ecdadın nesilleri olarak, aynı ulvi gaye peşinde koşmak hedefindeki milliyetçilik anlayışı son derece barışsever ve insanidir.


Bu konuda Yunus’un deyişi en güzel yol göstericidir bizim için…


“Yetmiş iki millete


Aynı gözle bakmayan,


Halka müderris olsa


Hakka asidir derim.”


Yol bu, yöntem bu, bakış ve kavrayış budur millet ve milliyetçilik sevgisinde… Hiç kimseyi dışlamadan ve milli değerler (Bayrak sevgisi, vatan aşkı, millet sevgisi, adalet anlayışı, aklı, bilimi, ahlakı önemseme, millet bilinci vb.) etrafında buluşmanın gücünü içinde hisseden bir anlayış…


Parti Programımızın “Siyasal Çabanın İlke ve İdealleri” başlıklı bölümünün “Şahsiyetçilik-Milliyetçilik” alt başlığında yer alan ifadeler, partimizin milliyetçilik anlayışının klasik milliyetçilik anlayışından ayrılan yönlerini ortaya koymaya yardımcı olacaktır.


 


“İnsanoğlunu bütün canlılardan ayıran ve onu insan kılan; millî ve beşerî kültürün bereketli toprağında beslenip gelişen ve sürekli olarak onu var kılan manevi ve ruhi varlık oluşudur.


İnsanları birbirinden ayıran özellikleri, şahsiyetleri olduğu gibi toplumları birbirinden ayıran ve onları var kılansa millî şahsiyet, yani millet olmalarıdır. Bireysel şahsiyetle millî kimlik arasında çok yakın bir ilişkinin varlığı açıktır. Bu nedenle insan şahsiyeti gibi millet gerçeğini de muhterem saymaktayız.


Bireyin gelişme hedefi bireysel şahsiyet olduğu gibi, insan topluluklarını bir yığın, bir sürü, bir kalabalık olmaktan çıkaran yükselişin hedefinin de millet olduğu açıktır. Binlerce yıllık bir gelişmenin insan ruhunun ve toplumun vicdanında derin kökleri bulunduğu inkâr edilemez. Bu doğal ve tarihi gelişim, derin, manalı ve kesin bir gerçektir, hayal değildir.


İnsan ruhunu millî kimliklerinden soyutlamak, onu değersiz kılma veya yok sayma eğilimleri, eğer gerçekleşebilseydi, insanlar, insanlığın bütün erdemlerinden mahrum hale gelmiş bir vahşiler sürüsü haline süratle dönerlerdi. Tarihin değişimini yok sayan ve onu tersine döndürmek anlamına gelen böylesi bir afetin; şahsiyetin ve insanlığın feci sükutunun başlangıcı olacağı açıktır.


“Milliyetçilik anlayışımız, tarih, doğa ve insanlığın bu muhteşem yükseliş amacının ifadesinden ibarettir. Bu manada insancı, şahsiyetçi ve milliyetçiyiz.”


 Bireyi, toplumun gölgesi sayan görüşlere itibar edilemeyeceği gibi, toplumu bireylerin bir yığınından ibaret gören görüşlere de itibar edilemez. Birey bir gerçek olduğu gibi, toplum da bağımsız bir gerçektir.


Bireyin hiçbir şekilde inkâr edilmez temel hürriyet ve hakları olduğu gibi, toplumun da son derece hassasiyetle korunması gerekli kıymetleri/değerleri, ülküleri ve menfaatleri vardır. Bu değerlerle, insan hak ve hürriyetleri arasında bir inkâr değil, bir karşılık söz konusudur.


Bütün bunların yanında Partimizin konumlandığı yer konuya daha bir açıklık kazandıracaktır.



  1. “Muhteşem Türkiye” vizyonunuzdan söz ediyorsunuz. Bu vizyonu ölçülebilir göstergelerle tanımlarsanız, ilk beş yılda hangi somut başarıyı vadedeceksiniz?


İçeride Milletimizin kardeşliğini pekiştireceğiz. Her türlü bölücü fikir ve akımların önünü keseceğiz.


Elbette bu sonuçları Partimizin Muhteşem Türkiye Projesi’nin uygulamaya konulması ile yakalayacağız. İnsanımızın ve ülkemizin ihtiyaç duyduğu Muhteşem Türkiye Projemizin başlıca bileşenlerini burada paylaşmak istiyorum.


Partimizin “Muhteşem Türkiye Projesi” 6 (altı) bileşenden oluşmaktadır. Projemizin bileşenleri, birini uygulayıp ardından ikinci bileşenine geçmek şeklinde kademeli bir uygulama değildir elbette. Proje bileşenleri senkronize şekilde bir birini destekleyen ve bir biri ile eş zamanlı sürdürülebilen uygulamaları muhtevi alanları içermektedir. 


Muhteşem Türkiye Projesinin altı bileşeni: 



  • İnsanımızın hava kadar, su kadar ihtiyacı olan, mal ve can güvenliğinin garantisi ve güvencesi, “İnsan hak ve hürriyetlerine dayalı, Hukuk Devletini yerleştireceğiz.

  • Milli iradenin önündeki engellerin kalktığı: Demokrasi,

  • Din düşmanlığı gibi din istismarının da bittiği: Laiklik,

  • Fakirlik ve çaresizliğin tarihe gömüldüğü, herkesin sosyal adalet şemsiyesine alındığı: Kerim Devlet,

  • Bilim, hikmet ve erdemle donatılan, sorun değil çözüm üreten: Bilge Devlet ve Bilim Toplumu,

  • Büyüyen, gelişen, zengin, mutlu, muktedir Türkiye’nin ve insanlığın yeni barış medeniyetinin kurulduğu: İslam Rönesansı…


 


Muhteşem Türkiye Projesinin / İdealinin Gerçekleşmesi Mümkün mü?



  • Millet, devlet ve seçkinler her biri sorumluluklarını bilmedikçe, görevlerini yapmadıkça genel bir iyileşme ummak yanlış ve yanıltıcı olur.

  • Bugün ne yazık ki kolaycılık, piyangoculuk, kadercilik, çaresizlik, yetersizlik ve sorumsuzluk Türk milletine çözüm gibi önerilebilmektedir…

  • Namuslu ama sessiz çoğunluk devlete ve hukuka güvenmenin mükâfatını görmemekte, umutları söndürülmektedir...


Onun için ilk iş devletten başlayarak sorumluluk sahibi herkesin kendini yeniden organize etmesinin iklimi oluşturulacaktır.


Meşru liderliklerin oluşması ve milletin sahipsiz kalmasına meydan verilmemesi,  sahte kahramanların ve kurtarıcıların foyalarının millete anlatılması işimizi kolaylaştıracaktır.


Milletin organize olmasına rehberlik edildiği takdirde bu millet gereğini yapmaktadır ve yapacaktır. Yakın tarihimizde (Kurtuluş Savaşı) bunun örneklerini görmekteyiz.


Milletin önünde olan ve önünde giden kadrolar, hukuk devletinin sağlayacağı güvence ile milletin aldatılmasına, kandırılmasına müsaade etmeyecektir. Bu iklimin avantajı ile milletimiz, çok kısa bir zamanda, yani dört-beş yıllık bir zaman diliminde dünya milletler liginde hak ettiği yere konumlanacaktır.


 



  1. Türkiye’de milliyetçi cenahta çok sayıda parti ve lider var. Seçmen bu bölünmüşlükten yoruldu. Millet Partisi bu dağınıklığı aşmak için nasıl bir strateji izliyor?


 


Soru 11’de konuya ilişkin verilen cevapta, milliyetçi partiler arasındaki bölünmüşlüğü ortadan kaldırma noktasındaki yaklaşımımızı 50 yıllık geçmişimizde ne yaptığımızı ve nasıl yaptığımızı anlatmıştık.


 


Milliyetçi ve muhafazakâr vatandaşlarımızın milliyetçi partilerin bölünmüşlüğünden yorulduğu doğrudur.


Milliyetçiliği ve muhafazakarlığı ne kendi tekelimizde ne de diğer partilerin tekelinde olan bir nitelik olarak görmüyoruz. Millet Partisi, dün olduğu gibi bugün de sağ partilerin işbirliği ve ittifakını savunmaktadır.


Her ne kadar ayrı bir parti olarak siyaset yapıyor olsak da, partimizi, tabelalarımızı, simgemizi ve liderimizi her şeyden üstün ve önünde görmediğimizi 1991 ittifakında ortaya koyduk. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.


Üstad Hacı Bektışı Veli’nin deyimi ile “Bir olmaya, iri olmaya ve diri olmaya” hazırız. 1991 ittifakında olduğu gibi ilkeler bağlamında bir araya gelmeye her fırsatta birlikte yürümek için gerekli adımları atmaya, iltihakı reddederek işbirliğine ve güçbirliğine her zaman hazırız.


 



  1. Gençler ve kadınların siyasette daha görünür olması gerektiğini vurguluyorsunuz. Bugün partinizdeki temsil oranı nedir ve önümüzdeki dönemde hedefiniz ne?


Partimizin kaynağını teşkil eden Yeniden Milli Mücadele Hareketi; kadını, erkeği ile bir gençlik hareketidir. Nitekim her dönem partimizde kadınlar genel başkan yardımcılığı yapmışlardır. Veya seçimlerde her kademede görev almak için adaylık başvurusunda bulunmuşlardır. Şu anda da partimizde genel başkan yardımcısı birden fazla kadın bulunmaktadır. Aynı şekilde başta Sayın Genel Sekreterimiz olmak üzere çok sayıda genç genel başkan yardımcılarımız bulunmaktadır.


 


Ancak şunu hemen ifade etmek gerekir ki; Millet Partisi kadroları hayatını Büyük Türk Milleti’nin varlık ve bekasına adamış kişilerdir. Dolayısı ile yaşları ne olursa olsun, ilk günkü azim, kararlılık ve heyecana sahiptirler. Nitekim yapmış oldukları çalışmalar bunun canlı şahididir.


 



  1. Programınızda “bilimsel millî politika” vurgusu var. Parti bünyesinde araştırma ve analiz üreten birimleriniz var mı? Hangi başlıklarda somut raporlar hazırlıyorsunuz?


 


Parti Politikalarımızı belirlerken sosyal bilimlerin veri ve yöntemlerini esas almaktayız. Zira ülkeyi yönetmek, toplumsal bir konudur ve bir toplumu yönetmektir. Toplum yönetimi, toplumsal açıdan sosyoloji bilimini, birey açısından psikoloji bilimlerinin yöntem ve verilerinin kullanıldığı bilinmektedir.


 


Devlet yönetiminde de aklın, bilimin, tecrübenin bugün geldiği noktada; 5 N, 1 K klasik söylemi ile;



  • Ne yapılacak?

  • Niçin yapılacak?

  • Nasıl yapılacak?

  • Nerede yapılacak?

  • Ne zaman yapılacak?

  • Kim tarafından yapılacak?


Bu durum doğal olarak planlamayı (insan, para, ekipman-araç-gereç vb.) beraberinde getirecektir.


Parti olarak bu bilinçle iktidara geldiğimizde ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bilen ekipler olarak işimizin başındayız. Bu bağlamda parti olarak Milletimizin teveccühüne mazhar olduğumuzda hemen icraya başlayacak şekilde hazırlıklarımız tamdır.


,Partimizin bünyesinde eğitimden kültüre, sağlıktan güvenliğe, ekonomiden tarıma... değişik alanlarda yaşanan sorunlara çözüm önerileri geliştirmek üzere Politika Geliştirme Kurulu (POGEM) bulunmaktadır.


POGEM bünyesinde, alanında uzman partili ve partisiz, gönüllülük esasına göre sektörler esas alınarak oluşturulan ihtisas komisyonları çalışmalarını yürütmektedir…


Çalışmaların bilgi başlıklarını ve yöntemini belirleyen ve ihtisas komisyonu başkanlarından oluşan POGEM Koordinatörler Kurulu bulunmaktadır. İhtisas Komisyonları genelde 4 başlıkla raporlarını hazırlamaktadır…



  1. Mevcut Durum,

  2. Yaşanan Sorunlar,

  3. Çözüm Önerileri,

  4. Çözüm için SWOT analizi yapılarak;


kurumun 1- Güçlü Yönleri, 2- Zayıf Yönleri, 3- Fırsatları, 4- Tehditleri ortaya konmaktadır.


 



  1. Sıklıkla “hürriyetçi, meşruiyetçi, milliyetçi” ilkelerden bahsediyorsunuz. Bugünkü iktidarın ve muhalefetin hangi politikaları bu ilkelerle bağdaşmıyor?


 


Partiler demokrasinin vaz geçilmez unsurlarıdır. İktidara gelen partiler, ülkemizde demokrasi kültürünün gelişmesi ve kemale ermesi için hürriyetçi ve meşruiyetçi (yürürlükte olduğu sürece Anayasa ve yasalara uyma) olmak ve milliyetçi politikalar üretmekle görevli olduklarının farkında olmaları gerekir…


 


Hürriyetçi olmak, diğer partilere ve fikirlerine saygı duymaktır. Milliyetçi olmak ise milletin menfaatlerini savunmak ve menfaatlerine uygun iş yapmak demektir.


 


Türkiye’de iktidar olan partiler, ne yazık bir müddet sonra güç zehirlenmesini yaşamaktadırlar. Bu durum meşhur hukukçu Lock’un “Güç bozar, mutlak güç mutlak bozar.” sözünü hatırlatıyor. Yani muktedirlerin yetkileri sınırsız değildir. Bu sınır elbette yürürlükteki Anayasa ve yasalardır.


Ancak, güç zehirlenmesi sarmalına giren iktidarlar, demokrasiyi askıya almaya kadar varan icraatlarda bulunabilmektedirler. Bu aşamada kendilerine engel gördükleri siyasi partiler ve partililer, muhalif basın-yayın organları, değişik suçlamalarla, kumpaslarla susturulmaya çalışılmakta, hatta bunun için yargı dahi kullanılmaktadır.


Örnek olması bakımından AKP iktidarında, FETÖ kumpasıyla yukarıda da belirtildiği üzere, üst kademe TSK mensuplarına yönelik açılan davalarda ordunun komuta kademesi yıllarca hapishanelerde tutulmuştur. Daha sonra kendilerine isnat edilen suçlardan beri oldukları anlaşılıncaya kadar hürriyetlerinden mahrum edilmişlerdir.


Yine AKP iktidarında bu gibi hukuksuzlukların işlendiği neredeyse sıradan uygulamalar olmaya başladı. Son aylarda muhalefet partili belediye başkanlarına yönelik olarak yolsuzluk isnadıyla takibat başlatılmıştır. İsnat edilen suçlar ispat edilebilecek mi, yoksa yeni mağduriyetlere mi sebep olunacak, ancak gerçekler ortaya çıkınca belli olacaktır.


Muhalif gazetecilere ve iş insanlarına yönelik yargının sopa olarak kullanıldığı algısı da bu kapsamda değerlendirilmelidir.


Seçimlerde yaşanılan usulsüzlük ve hukuksuzluklar, seçim kanunlarının ihlal edilmesi ve diğer usulsüzlükler vb. saymakla bitmez. Bütün bunlar “meşruiyet” kavramı ile örtüşmeyen tutum ve davranışlardır.


Muhalefet konusuna gelince; Cumhur ittifakı adıyla bir kısım muhalif partiler vekil olmak hesabını yaparak iktidarın yanımda konumlanmışlardır.


Ana muhalefet partisi ise kendi içinde bir dolu çıkmazları yaşayagelmektedir. Özellikle parti kurultaylarında yaşandığı iddia edilen ve demokrasi kültürü ile bağdaşmayan söylentiler tiksinti vermektedir.



  1. “Uydu muhalefet” ifadesini kullanıyorsunuz. Tam olarak neyi kastediyorsunuz? Hangi somut örneklerle bu eleştiriyi desteklersiniz?


 


Bilindiği gibi uydu, bir gezegenin etrafında dönen gök cisimleridir. Buradan hareketle, görünürde bir muhalefet partisi gibi hareket eden ama beyanatları ve faaliyetleri ile iktidarın ekmeğine yağ süren muhalefet partilerini tanımlamak üzere uydu muhalefet söylemini dillendiriyoruz.


 


Bu tanımlamanın temelinde, Türkiye’de siyasetin, istisnai dönemler hariç, dışarıdan yönetilmesi ve yönlendirilmesi yatmaktadır. Bu dediklerimiz bir itham değil, tersine Türkiye’nin gerçekleridir. Bunu küresel güçlerin desteği ile AKP’nin kuruluşunda, iktidara getirilişinde ve politikalarında, taraflı tarafsız herkes hem de inkâr edilemeyecek şekilde görmüştür.


 


AB’ye uyum masalıyla iktidar tarafından gece yarıları yasalar çıkarılır, mevzuat düzenlemeleri yapılırken muhalefetin de işin içinde olduğuna şahit olmadık mı? Şimdi ABD ve AB’nin dayattığı, yüzyılların projesi “Kürt Sorunu”na çözüm adıyla başlatılan ve adına “Terörsüz Türkiye” denilen aldatmaca da iktidarıyla muhalefetiyle bütün partilerin kurdurulan komisyona dahil olduğunu görmedik mi?


Her şey şeffaf olacak denilen bu süreçte, komisyonun daha ikinci toplantısında, istisnasız bütün partilerin oylarıyla görüşmelerin kapalı yapılması ve tutanakların 10 yıl süreyle gizli tutulmasına karar verilmedi mi?


Kendilerine “Terörsüz Türkiye” aldatmacası görevi verilen AKP, MHP ve DEM dışında, CHP’nin ve komisyona katılan diğer partilerin bu tutumları, bizim “uydu muhalefet” tanımlamamızın bir yakıştırma değil gerçek olduğunu göstermiştir. Bu hususta kamuoyu tarafından bilinen onlarca örnek vermek mümkündür.


 



  1. Gündemdeki “umut hakkı” tartışmaları özellikle terör suçları açısından toplumsal hassasiyet doğuruyor. Hukuk ve adalet dengesi açısından sizin yaklaşımınız nedir?


Umut; sadece iftira veya itham üzerine işlemedikleri fiiller nedeniyle tutuklanan, hapis yatırılan masum insanların hakkıdır. Türkiye’yi bölmek için emperyalistlerce 20. YY. başlarında Sevr Anlaşması ile gündeme getirilen “Kürt Sorunu” iktidarı ve muhalefeti ile Türkiye’nin gündemine oturtulmuştur.


1980 Askeri Darbesinin ardından, güya Kürtlere hak ve özgürlüklerini kazandırmak için kurdurulup 1984 yılında eylem yapmaya sevk edilen PKK ve onun elebaşı, bebek katili ve 10 binlerce insanımızın katili Apo’ya umut hakkı olamaz. 


Öncelikle PKK ve Abdullah ÖCALAN’ın varlığı ve eylemlerinin kaynağının ne olduğu tam ve doğru tespit edilmelidir.  Dolayısıyla soruna doğru teşhis koyalım ki doğru çözümler üretebilelim…


Kürt kardeşlerimizin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizin, hizmet yönünden devlet tarafından ihmal edildiği PKK tarafından hep istismar edilmiştir. Bu durumu propaganda malzemesi olarak yer yer Kürtleri devlete karşı kışkırtmak üzere yurtdışında planlar yapıldığı bilinmektedir.


 


Türkiye’nin bölünmesine yemin etmiş mihraklar coğrafyamızda Binbaşı Noell’leri, Lawrence’leri ve Eğitim Gönüllülerini bu amaçla görevlendirmişlerdir. Zaman içinde bu kötü niyetli, kötü insanlar belirli kesimler ve bazı aşiretler üzerinde etkili olmuşlardır.


 


Bu ortamı kullanmak üzere kurdurulan PKK’nın hain eylemleriyle binlerce asker, polis ve köy korucusunu şehit olmuştur. PKK bölgede Türk veya Kürt ayrımı yapmadan beşikteki bebeklere, ihtiyar dedelere ve ninelere kadar binlerce insanımızın canına kıymıştır. Sormak lazım, 50 bin insanımızı öldüren ve Türkiye’ye 200 milyar dolar maddi zarar açan PKK’nın başı Abdullah ÖCALAN daha ne yapması gerekirdi? Eğer Abdullah ÖCALAN umut hakkından yararlanırsa hapishanelerde hiçbir vatandaşımızın kalmaması gerekir. Kim bebek katili kadar suç işlemiştir ki hapiste tutulsun?


Hukukun hükümleri geneldir, kişiye özel hukuk düzenlemesi olamaz. Bu bağlamda değil “umut hakkı”, Abdullah ÖCALAN’nın hakkının ne olduğunu, yargılandığı mahkeme son duruşmada açıklamıştır.


O günlerde Mecliste kürsüden ip atan siyasi, ABD ve AB istediği için idamın kalkmasına evet diyen kişiyle aynı kişidir. Bugün de bu kişi Abdullah ÖCALAN’a umut hakkı istemesi, birilerine gerçeklerin ne olduğu hakkında fikir vermelidir. Ve vatandaşlarımız başlarını ellerinin arasına almalı ve yedi ışınlı ampulün kimler için yandığını düşünmelidir.



  1. Dış politikada özellikle Filistin meselesinde daha güçlü bir tavır alınması gerektiğini söylüyorsunuz. Türkiye’nin elinde hangi diplomatik ve ekonomik araçların devreye sokulmasını öneriyorsunuz?


 


Öncelikle mevcut iktidardan Filistin konusunda İsrail’e karşı samimi olarak tavır almasını beklemek saflıktır. Çünkü konunun bu hale gelmesinde başta BOP’un Eş Başkanı olarak Sayın Erdoğan doğrudan hisse sahibidir. Çünkü BOP, 1982 yılında İsrail’in güvenliği için Oded YİNON tarafından hazırlanan ve basında ”YİNON” planı olarak isimlendirilen planın güncellenmiş halidir. Dolayısıyla BOP ile uzaktan yakından ilgisi olanlar Gazze konusunda üzülüyormuş ve İsrail’in yaptıklarını kınıyormuş gibi rol yapmaları gözlerden kaçmamaktadır...


 


Hem BOP’un eş başkanı olacaksın ve bu görev bağlamında önce Irak’ın, ardından Suriye ve Libya’nın parçalanmasında ABD ile iş tutacaksın, şimdi kalkıp Orta-Doğu’nun bu sisli ortamında Gazze’ye sahip çıkacaksın… Anadolu’da bir söz vardır, “Kurt bulanık havayı sever.” derler. İsrail tam da bu ortamda Gazze’yi yerle bir etmiş, Lübnan’ın topraklarına girmiş, Suriye’nin savunma gücünü sıfırlamış ve Golan Tepelerini ilhak etmiş, Şam’a 25 km. mesafeye kadar Suriye topraklarını işgal etmiştir. 


Soru şu: ABD ile birlik olup Suriye’nin paramparça olması kimin işine yaramıştır?


Elbette İsrail’in işine yaramıştır. Türkiye ABD ile birlikte, İsrail’in yayılmacı politikasında Suriye özelinde yol temizliği yapılmıştır.


Suriye konusu bu haldeyken Türkiye’nin İslam ülkelerini İsrail’e karşı tavır almaya çağırması ne kadar etkili olur? İstanbul’da düzenlenen silah sanayi fuarına katılan İsrail’i protesto eden genci tutuklayan Türkiye Gazze konusunda ne söyleyebilir? Kim bilir BOP uygulama süreci devam ettiği için Gazze konusundaki iktidarın tavrı, “Timsahın göz yaşları”dır.


 Ortadoğu’da olan bitenleri ve bilhassa BOP’un uygulama sürecinde, “sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan İsrail’in “ Vaad edilmiş topraklar.” yolunda genişleme politikası gerçeğini bölge ülkeleri (Türkiye, Suriye, İran, Irak, S.Arabistan, Lübnan, Mısır vb.) doğru okumalı ve doğru tahlil etmelidir…”